Azimli Bir Ziraatçı Vehbi SÖZERİ’nin Organik Tarımdaki Başarı Öyküsü

Azimli Bir Ziraatçı Vehbi SÖZERİ’nin Organik Tarımdaki Başarı Öyküsü

Vehbi Bey, kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Vehbi SÖZERİ, 7 Haziran 1950 Malatya doğumluyum. Babam fotoğrafçı ve teship sanatçısı, annem ev hanımıdır. Arazisi olan bir aileyiz. 1958 yılında şehir merkezinde otururken ailemizin aldığı bir kararla arazimizin üzerine bir bahçe evi yapmak suretiyle taşındık ve çiftçilik hayatımız da bu şekilde başladı. Babamın tüberküloz (verem) hastası olması nedeniyle bütün tarım faaliyetlerini hemen hemen annem yapıyordu. Malatya’da yaklaşık 25 dönüm kadar bir bahçemiz oldu. Arazimizin bir kısmı kayısı bahçesi bir kısmı da hububat tarlasıydı. Arazimizin etrafı kavak ve iğde ağaçları ile çevrili çok güzel bir bahçeydi. Biz tarımla ilgili ilk deneyimlerimizi, ilk aşılarımızı ve ilk ürünlerimizi bu bahçede gördük. 1966 senesinde ortaokulu bitirince rahmetlik babam beni ziraat okulu imtihanlara yazdırdı.

 

Malatya Ziraat Okulu’nu görünce çok beğendim. O okula muhakkak girmem gerektiğini düşündüm ve bu okula girdim. Ziraat okulu 3 senelik çok ağır müfredatı ve uygulamaları olan bir okuldu. Biz bu okuldan gerekli teknik bilgilere sahip olarak mezun olduk. Mecburi hizmetimiz vardı. Kura çekildi. Kura neticesinde Bilecik’in Söğüt İlçesi’nde göreve başladım. Ben bu kura ile kendimi çok şanslı hissettim. Çünkü Söğüt, her türlü tarımın yapıldığı mikroklima bir sahadır. Ayrıca hem Söğüt’te hem Sakarya’da polikültür tarım yapılmaktaydı. Burada arazilerin çok fazla bölünmüş ve parçalanmış olduğu için küçücük arazilerde vatandaşlar senede 2-3 mahsul alabilmek için, daha doğrusu daha iyi gelir temin edebilmek için, büyük çabalar sarf ediyorlardı. Biz de tarımın inceliklerini nispeten bu bölgede öğrenmiş olduk. Ayrıca bu bölgede görev yaparken Antalya’da çiftçilerle beraber seracılık ve turfanda sebzecilik kursuna katıldık. Bu kurs sonucunda da bölgenin ilk seralarını kurmak üzere faaliyete geçtik. Sakarya Vadisi’nin ilk seralarını Sarıcakaya ilçesi ile İnhisar’da beraber yaptık. Daha sonra vatani görev yapmak için önce İstanbul sonra Siirt’e gittim. Siirt çok bakir bir yerdi ve orada arkadaşlarımızla beraber binlerce fidan diktik yani oradaki sahanın ilk ağaçlandırılmasında gayreti geçen bizler olduk. Daha sonra ben Siirt’e gidemedim ama Siirt’e giden arkadaşlarımız diktiğimiz fidanların büyük bir kısmının yeşerdiğini ve oranın tam bir yeşil saha haline geldiğini söylediler. Askerlik dönüşü babam hasta olduğu için özellikle Malatya’da görev almak istedim ve Malatya’nın Akçadağ İlçesi’nde göreve başladım. Akçadağ’da o zaman afyon ekilişi durmuş, afyona alternatif yeni ürünler gündeme gelmişti. Bunların başında da kayısı geliyordu. Bizler burada iyi bir ekip kurarak özellikle tesis edilmiş kayısı bahçelerinin ıslahı ve yeni kayısı bahçelerin kurulması, ayrıca bu bahçelerdeki hastalık, zararlı ve yabancı otların mücadelesi ve ağaçların budanması konusunda büyük çabalar sarf ettik ve fevkalade güzel sonuçlar aldık. Akçadağ’da 4 yıl meyvecilik konusundaki uğraşımız, bize büyük bir tecrübe sağladı. Daha sonra Malatya Tarım İl Müdürlüğü Bağ Bahçe Bölümü’nde çalışmaya başladım. Burada da güzel çalışmalar yaptık. Daha sonra Malatya Meteoroloji Bölge Müdürlüğü’ne geçiş yaptım. Burada 1990 yılında bölge müdürü oldum. Bir yıl kadar bölge müdürlüğü yaptıktan sonra Ankara merkeze geçtim. Ankara’da Karakuş denilen radyo vericilerinin olduğu tepede ağaçlandırma çalışmaları başlattım. Daha sonra orada bazı muhalefetlerle karşılaşınca 1995 senesinin Eylül ayında Ankara’nın Akyurt ilçesinin Cücük köyü yakınlarındaki şu anda faaliyet gösterdiğimiz araziyi çok ucuz bir fiyata satın aldım. Burada Türkiye’de herhalde ilk defa olmak üzere su tutucu bir madde ile tamamen susuz şartlarda bir meyve bahçesi kurdum. Bu konuda büyük bir başarı kazandık ama 2006-2007 senesinde meydana gelen aşırı kuraklık bu ağaçların büyük bir kısmını kaybetmemize sebep oldu. 2008 yılında sondaj yapmak suretiyle 127 metreden su çekecek bir sistem kurduk. Kaybettiğimiz ağaçların yerine susuz ve soğuk şartlara daha dayanıklı olan kiraz, vişne ve elma ağırlıklı dikimler yaptık. Şu anda 22 dekar arazi üzerinde yeni diktiğimiz kiraz, vişne, armut ve elma ağaçlarıyla karışık meyve bahçemiz mevcuttur. Ayrıca 3 dekar bir alanda da sebze tarımı yapmaktayız.

 

Üretim yaptığınız arazinin özellikleri nelerdir?

Yerimiz 40. paralelin 21 derece kuzeyinde, denizden yükseklik 1160 metredir. Dolayısıyla arazimiz hem yükselti olarak hem de kuzeyde olması nedeniyle soğuk bir bölgede yer almaktadır. Fakat biz bu bölgede zor da olsa meyve ve sebze tarımı yapmaya çalışıyoruz. Arazimizin toprağı koyu kahverengi siyaha yakın bir renkte, çok fazla taşlı, yaklaşık 20 cm kalınlığında altı parçalı yapıda kaya ile doludur. Biz buradaki meyve ağacı dikimlerimizi traktör kepçeleriyle çukurlar açmak suretiyle yaptık. Kepçe ağızları 70-80 cm derine indi. Üstten çıkan toprağı bir tarafa alttan çıkan toprağı bir tarafa yığdık. Daha sonra üsten çıkan toprağı alta, alttan çıkan toprağı üste koyduk ve bahçemizi böyle kurduk. Biz 2001 yılına kadar kendi imkanlarımızla, kendi uygulamalarımızla bir dizi tarımsal işlemler yapıyorduk, yaptığımız bu tarım şeklini de organik zannediyorduk. Fakat 2002 senesinde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma bölümü hocalarımızdan Prof. Dr. Cem ÖZKAN ile temas kurmak suretiyle 2002 yılından itibaren bilinçli bir şekilde organik tarıma başlamış olduk. Organik tarımın inceliklerini ve neler yapılması gerektiğini hocamızdan öğrendik. Hocam bizden desteğini hiç esirgemedi. Hocamızla devamlı irtibat kurmak suretiyle kuralına uygun organik ürünler yetiştirmeye devam ettik. 2008 yılından sonra sondaj ile su çıkarınca sebze tarımı gündeme geldi. Böylece 2002 yılında başladığımız organik tarım faaliyetlerine 2008 yılında organik sebze tarımını ekleyerek bugünlere geldik.

 

Organik tarıma geçme nedeniniz nedir?

Bunun için öncelikli olarak organik tarımın tanımını yapalım. Organik Tarım Kanunu’nda belirtildiği üzere üretimin tüm aşamasında sentetik (yapay) kimyasal girdiler (sentetik gübre, sentetik tarım ilacı ve hormon) kullanılmadan organik tarım yönetmeliğinde tarif edilen bir şekilde kurallara uyarak yapılan, üretim sürecinde insan ve çevre sağlığını önemseyen, çok katı kuralları olan, üreticinin sürekli denetlendiği, sertifikalandırılmış bir yetiştirme sistemidir.

Organik tarıma geçiş sebebim ise eşimin pestisitlere karşı olan duyarlılığıdır. Evimize turfanda meyve ya da sebzeyi doğru düzgün götüremedik. Götürdüğümüz takdirde eşimin rahatsızlanması, hatta hastanelik olması bizi mümkün olduğu kadar ilaçsız ürünler tüketmeye sevk etti. Bu araziyi aldıktan sonrada gösterdiğimiz gayret tamamen bu yönde oldu.

Yani biz organik tarıma eşimin pestisitlere karşı göstermiş olduğu hassasiyet sonucu başladık. 2002 yılından sonra hocamız Prof. Dr. Cem Özkan’ın bize verdiği talimatlarla işi bilimsel ve teknik bir şekilde halletme yoluna gittik ve bugüne kadar da ara vermeden devam ediyoruz.

 

Daha önce konvansiyonel (geleneksel) tarım yapan biri olarak, konvansiyonel tarımın size ve çevrenizdekilere olumsuz bir etkisi oldu mu?

Ziraatçılığa başladıktan sonra çiftçiler ile beraber arazi üzerinde bulunmak ve onlara teknik yardım yaparken bizzat bu uygulamanın da içinde bulunmak gibi bir yükümlülüğümüz vardı. Çiftçiye eğer ilaç veriyorsak bu ilacın kullanılmasında da bizzat pompayı sırtımıza alıp biz yapıyorduk. Eğer budama gerekiyorsa ilk önce biz yapıyor daha sonra üretici bizden gördüğüyle bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Kimyasal gübre kullanımı, mibzer kullanımı konusunda durum hep böyle olmuştur. Mesleğimiz gereği ister istemez insektisitlerle (böcek öldürücü ilaçlar), herbisitlerle (yabancı ot öldürücü ilaçlar) ve fungisitlerle (fungus öldürücü ilaçlar) muhatap oluyorduk. Bizim zamanımızda bilmemize rağmen ilaçlama esnasında gözlük, eldiven, maske, tulum ve çizme gibi unsurları pek bulamadığımız gibi yanımızda taşıma imkanımız da yoktu. Dolayısıyla bu zehirlerin kullanımı çıplak elle ve hiçbir önlem alınmadan yapılan işlemlerdi. Biz pestisitlerden (tarım ilaçlarından) nasibimizi fazlasıyla aldık. Bunun sonucu olarak da sağlığı çok ciddi bozulan arkadaşlarımız oldu. Özellikle bazı kabuklu bitlere karşı kullanılan insektisitlerden (böcek öldürücü ilaçlar) ben de dahil bazı arkadaşlarımızın ön dişleri döküldü. Şu anda benim bu tür ilaçların bulunduğu yerlere dahi bir alerjim var. Çoğu zaman ilaç bayisi olan arkadaşlarımızın dükkanlarına, işyerlerine bile ziyaret yapamıyorum.

 

Şu anda hangi tarımsal ürünleri yetiştiriyorsunuz?

Alanımızda 22 dönümde meyve bahçesi, 3 dönüm de sebze bahçesi mevcuttur. Meyvelerden 40 adeti yarı bodur kiraz, 20 adeti elma, 10 adeti armut, 6 adeti kayısı, ayrıca yaklaşık 10 dekarlık bir alanda 600 kadar yeni dikim elma çeşitleri (Granny Smith, Fuji, Gala, Misket) mevcuttur. Sebze bahçesinde her yıl artmakla birlikte bu yıl 16 çeşit domates, 6 çeşit fasulye, 6 çeşit biber, beyaz ve siyah olmak üzere 2 çeşit patlıcan, 2 çeşit salatalık, 3 çeşit börülce, 3 çeşit kereviz, 1 çeşit közlemelik tatlı mısır mevcuttur. Ayrıca kendi evimizin ihtiyacı için pırasa, rezene, Fransız kıvırcık maydanoz, reyhan, mor renkli Amaranthus, mor renkli brüksel lahanası, mor Burgandi bamyası üretiyoruz. Özellikle antikanserojen olduğunu bildiğimiz için renkli sebze çeşitlerin bahçemizde olmasını istiyoruz. Yine balıkçı soğanı, mor renkli normal soğan, geniş yapraklı İtalyan maydanozu, siyah İspanyol turbu, kırmızı renkli pazı ve kırmızı pancar, kırmızı fındık turbu, kahvaltılık Fransız turbu, roka, tere ve lavanta ve ısırgan otu yetiştirdiğimiz diğer ürünlerdir. Bu ürünlerin tamamını organik olarak yetiştiriyoruz. Yetiştirdiğimiz bu çeşitlere de her yıl ilaveler yapıyoruz. Organik tarımda olması gereken bu üretim şekliyle hem biyolojik çeşitliliğimize katkı sağlıyoruz hem de sağlıklı ürünler üretiyoruz.

 

Üretimde en çok karşılaştığınız sorunlar nelerdir?

En büyük sorunumuz yabancı ot problemidir. Bulunduğumuz yer çok rüzgarlı bir bölge. Rüzgar ile gelen yabancı ot tohumları, siz ne kadar titiz olunsanız olun, üretimi olumsuz etkiliyor. Hastalık, zararlı ve yabancı otların çözümünde organik tarımda kullanılmasına müsaade edilen organik kökenli bazı ilaçlar bulunmaktadır. Bu ilaçların büyük bir kısmı ülkemizde bulunmamaktadır. Bu da sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. Daha başka problemlerimizde var sulama problemimiz var. Üretim yerimizde elektrik yok. 26 dekarlık bir yerde saniyede 3 litre su her ne kadar yeterli gibi görünse de biz suyu dizel jeneratörlerle çektiğimiz için ekonomik olarak bazı zorluklar yaşıyoruz. 15 kW’lık bir gücümüz var burada, saatte 2,5 litre mazot harcamaktadır. Saatte 2,5 litre mazot yaklaşık bugün 10 lira, Bunu günde 4-5 saat bastığınız zaman ayda 1500 TL’ yi buluyor. Bu rakam elektrikle su elde edilen yerin 15 katı daha fazla bir maliyettir. O yüzden eğer yapabilirsek, bulabilirsek solar yani güneş enerjisine geçmeyi düşünüyoruz. Şu anda bu sistemin fiyatları da makul görünüyor. Bulunduğumuz yer çok rüzgar almakta. Bir süre öncesine kadar evin aydınlatmasını rüzgar pervanesiyle karşılıyorduk fakat bazı nedenlerden dolayı pervanemiz tahrip oldu ama ilerleyen dönemlerde rüzgar enerjisini tekrar düşünüyoruz.

 

Bahçenizde kaç kişilik bir ekiple çalışıyorsunuz?

Burada en büyük yardımcım, emekli öğretmen olan eşimdir. İşlerin yoğun olduğu dönemde örneğin fide dikim döneminde 2-3 bayan işçi çalıştırdık. Büyüyen fidelerin askıya alma döneminde 3 işçi çalıştırdık. Ayrıca bahçemizin korunması gerekiyor bu yüzden bahçenin tellerinin yapım ve tamirinde 15-20 gün süre boyunca 5-6 kişi çalıştırdık. Hasat döneminde ise sadece biz ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden gelen öğrencilerle çalıştık. Ziraat Fakültesi ile ilişkilerimiz çok iyi. Ziraat Fakültesi’nde özellikle organik tarım konusunda yüksek lisans yapan arkadaşlarımız pratiklerini geliştirmek için bahçede bize yardımcı oluyorlar. Bizde bu durumdan çok memnun oluyoruz.

 

Mesleğinizden dolayı meteoroloji ile iç içesiniz. Arazinizde tarım için önemli meteorolojik verileri nasıl sağlıyorsunuz ve bunun için ne gibi uygulamalar yapıyorsunuz?

Meteorolojinin, zirai açıdan ne kadar önemli olduğunu bilenlerdenim. Bu yüzden bahçemin bir köşesinde toprak sıcaklıklarını, toprak üstü sıcaklığını, yağışı, pH’ı ve toprağın su isteklerini gösteren aletlerim var. Bu arada tarımsal yönden meteorolojik haberler veren bir telefon sisteminin abonesiyim. Aynı zamanda meteoroloji genel müdürlüğü ile organik ilişkilerimden dolayı oradaki arkadaşlarımın birikimlerinden yararlanıyorum. Hem bulunduğum yer itibariyle hem de dünya ve Türkiye’deki meteorolojik olayları takip ediyor, burası için tespitler yapıyorum. Çünkü yayın organlarında verilen meteorolojik veriler, yerden 1.5 metre yükseklikte yarı kapalı siper içindeki değerlerdir. Ben bunlara turistik değerler de diyorum. Bunlar tarımsal değerler değildir. Tarımsal değerleri bizzat tarımsal olarak değerlendirmiş fakat yayınlanmayan yerlerden almak gerekir. Buradan aldığımız bilgileri, kendi yaptığımız ölçümler ve tecrübelerimizle birleştirerek iyi kötü don tahminlerinde bulunmaya, yağış miktarlarını ve toprağın su ihtiyacını tespit etmeye çalışıyoruz.

 

Organik tarımda hastalık, zararlı ve yabancı otlarla nasıl mücadele ediyorsunuz?

Organik tarımda hastalık, zararlı ve yabancı otlarla mücadele, başlı başına bir iştir. Organik tarımda hastalık, zararlı ve yabancı otlara karşı kullanılan yöntemlerin önceliği konvansiyonel tarımın önceliğinden farklıdır. Organik tarımda özelikle yabancı otlara karşı herhangi bir ilaç kullanımı söz konusu olmadığı için tamamen mekanik olarak elle yapılan bir mücadele veya çapayla yapılan bir mücadele söz konusudur. Biz zararlılara karşı organik kökenli birkaç çeşit preparat kullanıyoruz ki bunların başında bizim kendi yaptığımız preparatlar gelmektedir. Örnek verecek olursak tütün suyu, papatya suyu, soğan-sarımsak suyu, acı biber suyu, arap sabunu vb. materyallerle hazırladığımız preparatları bizzat pompalara koyup atmak suretiyle mücadelenin içinde oluyoruz. Bunun dışında yine bazı bitkilerin insektisit(böcek öldürücü ilaçlar) içeren hammaddeleri ile hazırlanmış organik ilaçlar var. Bu bitkileri kullanarak ya da piyasada bu bitkilerden elde edilmiş organik ilaçlar ile birçok sorun çözülmektedir. Yine organik tarımda müsaade edilen miktarlarda organik bakırlı preparatlar ve beyaz yağlar kullanılıyor. Yavaş yavaş organik tarımın önemi arttıkça yurt içindeki imalatçılar veya ithalatçılar da ihtiyacımız olan bu preparatları yurdumuza getirmek suretiyle işlerimizi kolaylaştıracaklar diye düşünüyorum. Şu an organik ilaçların temininde büyük sıkıntı çekiyoruz. Organik tarımda tercih edilen ilaçlardan bir tanesi de elma iç kurdu ve ceviz iç kurdu mücadelesinde kullanılan “Bacillus thrungiensis” ile hazırlanan bir ilaçtır. Zararlı canlıya karşı faydalı canlıyı bulaştırmak suretiyle bir mücadele söz konusudur. Bu mücadele yöntemi Biyolojik Mücadele olarak bilinir. Bu anlamda böceklerle mücadelede en büyük yardımcılarımızdan bir tanesi de zararlı yaprak bitlerinin temizlenmesinde bizlere yardımcı olan Uğur Böcekleri’dir. Yaprak bitlerin temizlenmesinde kullandığımız diğer bir canlı da serçedir. Arazimizde serçeler için 15-20 tane yuva yaptım. Gözlemlemiş olduğum bu serçeler, özellikle kuluçka sonrası, yavru beslenmesinde tamamen canlı böcekleri kullanmaktalar. Bunlar çekirge, tırtıl ve buna benzer canlılardır. Hiçbir serçe ailesi yavrusunu yağlı tohumlarla veya dane ile beslemiyor, bu amaçla tamamen canlı materyal seçiyorlar. Bu da arazi üzerindeki zararlıların temizlenmesi demektir. Bu hususta serçeler bize çok yardımcı oluyorlar. Arada biraz serçelerden dolayı tohum tahribatı var. Ama yaptıkları hizmete karşı bu zarar bizim için çok da önemli değildir.

Diğer yaptığımız uygulama ise sarı yapışkan ve mavi tuzakların kullanımıdır. Biz ilkbaharın ilk döneminde ve çiçeklenme zamanı kirazların ve armutların çiçeklenmesinde Bakla Zınnı veya Çiçek Zınnı da denilen büyük, hantal, tüylü böceklere karşı feromon tuzaklı mavi renkli malzemeleri kullanmak suretiyle bunları cezbedip çekiyoruz. Dişilik kokusuna gelen erkek böcekler suya batmak suretiyle bir daha uçamıyorlar veya damacana içine düşüyorlar. Döllenmeyen dişiler biraz tahribat yapsalar bile gelecek döneme yumurtlamayacağı için popülasyonları giderek azalıyor. Bunun dışında kiraz sinekleri için de sarı yapışkan tuzakları kullanıyoruz. Bu tuzakların kullanımı daha yaygındır. Özellikle kirazlara ben düşme döneminde sarı yapışkan tuzaklar ve bunlara bağlı feromonlar dallara asılmak suretiyle yine dişilerin yumurtlaması engelleniyor. Sebze aralarına yapışkan tuzakları kullanarak Beyaz Sinek ve Tripslerin yakalanmasını sağlayarak bunların önemli zararlarından kurtuluyoruz.

Diğer bir mücadele uygulamamız da kiraz yapraklarında kiraz sülüğü dediğimiz bir zararlıya karşı ağaçların kök bölgelerine tütün yapraklarının kırıklarını kullanılması ile gerçekleşiyor. Bu bölgede yağmur suları ile birlikte tütünde bulunan nikotinin toprak altına inmesini ve burada kiraz sülüklerinin pupalarını olumsuz etkilenmesini sağlıyoruz. Buradan tavsiyem organik tarım yapan üretici kardeşlerime bahçesinin bir köşesine (50-100 m2 alanda) arazinin yüksek nikotin oranına sahip tütün dikmeleri ve bunlardan elde etmiş oldukları yapraklar ile de mücadele işlerinde kolaylık sağlamalarını temenni ediyorum.

 

Ürettiğiniz ürünleri nerede pazarlıyorsunuz?

Ürettiğimiz ürünlerin pazarlanması biraz zor. Biz özellikle ürünlerimizin pazarlanmasını bahçeden doğrudan yapmak arzusundayız. Yani tüketiciler, müşteri demek istemiyorum, misafirlerimiz, gelip buradan ürünleri bizzat elleriyle hasat ettikleri takdirde bitki ile, toprak ile temas etmiş oluyorlar. Görerek koklayarak, dokunarak daha tatmin edici bir şekilde hasat etmiş oluyorlar. Biz bu yolla daha hesaplı ürün arzı yapıyoruz. Bunun dışında ürünlerimizi organik pazarlarda (pazar günü Aşağı Ayrancı ve Çayyolu’ndaki organik pazarlara) arz ediyoruz. Hasadımız, 2-3 güne bir toplama esasına dayanıyor. Haftada bir toplamak bize yetmiyor. Yeni çıkan yönetmelikte, belediyelerin denetledikleri pazar yerlerinde organik ürünler için ayrı bir stand açma yükümlülükleri var. Biz bu yükümlülüğün yerine getirilmesini istiyoruz. En azından Ankara’nın ciddi büyük pazarlarında eğer belediyeler hafta içindeki günlerde organik tarım ürünleri için stant açmaya izin verirlerse, piyasaya olan ürün arzımız daha da rahatlayacak ve kolaylaşacaktır. Çünkü organik ürünler yeteri kadar piyasaya arz edilmediği durumda, ürünler taze tüketim yerine kurutma, salça yapma, meyve suyu çıkarma yöntemleriyle muhafaza ediliyor. Dolayısıyla organik pazarlar hafta içi 2-3 gün daha olursa, hem üretici hem de tüketici için daha tatmin edici bir durum söz konusu olacaktır.

 

Ürünlerinizi hasat zamanı bahçenizden temin eden kişi, kurum ve kuruluşlar var mı? Varsa bu tüketicilerin memnuniyet durumu nedir?

Evet, son yıllarda bahçemizi ziyaret ederek organik ürün talep edenlerin sayısında ciddi artışlar var. Bunlar arasında gıda güvenliği konusunda hassas kişiler yanında özellikle lezzete önem veren ve gurmeleri olan büyük lokantalar da mevcuttur. Fakat buradaki iklim şartlarından dolayı biz ancak 1-1.5 aylık bir dönemde hizmet verebiliyoruz. Bizden doğrudan ya da pazarlar kanalıyla ürün alanlar, memnuniyetlerini bildiriyorlar. Örnek verecek olursak bizim geliştirdiğimiz ve lanse etmeye çalıştığımız “Gürcü Güzeli” domatesimize Türkiye çapında isim yapmış 63 gurme tam puan verdiler. Bu domatesimiz ince kabuklu, iri, kahvaltılık, çok lezzetli fakat yola az dayanan narin bir domatestir. Toplaması ve nakledilmesi özel itina istiyor. Yani bu domatesi Antalya, Adana, Mersin üretse, bu ürün Ankara’ya gelene kadar dayanmaz.

Gerçekte organik ürünlere tüketici tepkileri ile ilgili birçok anım var. Örneğin Çayyolu organik pazarında ilginç bir olayla karşılaştık. Hamile bir bayan büyük bir hassasiyetle alacağı sebzeleri seçerken ben de bir espri yaptım. “Sizi tebrik ederim, doğacak çocuğunuzu şimdiden sağlıklı yetiştirmeye çalışıyorsunuz” diye. Bayan ise “Hayır dedi, 5 yaşında bir oğlum var ve pestisitlere karşı alerjisi var. Biz onun için bu alışverişi yapıyoruz. Biz çareyi organik pazarlarda bulduk, çocuğumuz buradan aldığımız ürünlere karşı hiçbir olumsuz tepki göstermiyor, özellikle sizin domateslerinize de bayılıyor” deyince çok mutlu oldum. Gerçekte böyle bir rahatsızlığın olduğunu her ne kadar eşimin alerjisinden bilsem de çocuklarda da bu tür rahatsızlıkların görüldüğünü ilk defa öğrendim. Çok önemli bir olaydı bu benim için. Bir başka olay da kanser olan bir arkadaşım ile ilgili. Geçenlerde bu arkadaşıma organik domates göndermiştim. Daha sonra bana telefon açarak “organik ile konvansiyonel arasında tat farkı bu kadar mı olur” diyerek tebriklerini sunuyordu. Yani bu ürünler özellikle hassasiyeti ve hasta olanlar için çok elzem ürünlerdir. Toplumsal bir görevi yerine getirmiş olmanın zevkini ve mutluluğunu da yaşamış oluyorum. Diğer taraftan bazı Avrupa ülkelerinde, sağlıklı nesiller yetiştirme adına, 0-6 yaş çocuklarının organik ürünlerle beslenmelerinin zorunlu olduğunu biliyoruz. İleride böyle yaklaşımların ülkemizde de olmasını toplum olarak arzulamalıyız diye düşünüyorum.

 

Organik tarımda bundan sonra neler hedefliyorsunuz?

Mümkün olduğu kadar daha fazla çeşit ve özelliklede yöremizde fazla bilinmeyen çeşitleri üretmeyi düşünüyorum. Ayrıca çevremizdeki çiftçilerin bizim kazanımlarımızı gözleyerek daha fazla organik tarıma yönelmelerini istiyorum. Akyurt’un iklimi her ne kadar sert olsa da suyu içilebilen, toprağı da işlenebilen bir yerdir. Bu bölgede organik tarımın gelişmesini istiyorum. En azından Ankaralı tüketicilerin ihtiyaçlarını bu bölgede elleriyle toplayarak temin etmelerini istiyorum. Genelde çiftçiler bol miktarda hormon, bol miktarda kimyasal gübre ve bol miktarda ilaç kullanma suretiyle kaliteyi bozarak, çok ucuza piyasaya mal arz ediyor. Organik tarım gelişince ister istemez bu olumsuzluklar ortadan kalkacaktır. Biz özellikle bu bölgede organik tarımın gelişmesini, halk sağlığı ve toprak sağlığı açısından istiyoruz. Son zamanlarda çok sık görüyoruz: çiftçiler şikayette bulunuyorlar, artık eskisi gibi mahsul alamıyorum diye. Biz onların hormon kullandıklarını biliyoruz. Ama hormonların adı hormon olarak geçmiyor. Örneğin bu hormonlar piyasada “Bitki Gelişim Düzenleyicileri” olarak pazarlanıyor.

 

Ülkemizde yaklaşık 60 kadar organik tarım eğitimi veren yüksekokul var. Buralarda eğitim gören öğrencilere neler öneriyorsunuz?

Öğrenciler pratik konularda çok az zaman geçiriyorlar. Uygulamalı eğitim sürelerinin uzatılması gerekir. Yani teorik bilgilerin yanında muhakkak şekilde fide döneminden dikim dönemine, dikim döneminden hasat dönemine tüm uygulamalar önemlidir. Özellikle tarladaki bitkilerde koltuk alma çok ciddi bir işlem, bunun yanı sıra boğaz doldurulması, bitkilerin askıya alınması çok önemli, diğer yandan erken çiçeklerin icabında temizlenmesi, mevcut hastalık, zararlı ve yabancı otların tespit edilmesi ve zamanında müdahale yapılması çok ciddi birer işlemdir. Bütün bunların bilinerek yaparak, yaşayarak yapılması öğrencilerde fevkalade gelişmeye neden olacak ve bilgiyi burada pişirip oturtacaktır. Yani pratikle teorinin birleşmesi ancak arazide (sahada) mümkündür. Ben bütün ziraat öğrencilerinin özellikle sahada bulunmalarını, teoriği olduğu kadar pratikleri de çok iyi öğrenmelerini istiyorum.

Diğer bir yandan öğrencilerin staj dönemlerini dalga geçme dönemi değil, gerçekten yetiştirmeyi, korumayı bilme dönemi olarak algılamalarını istiyorum. Stajların nasıl geçtiğini az çok biliyoruz. Stajlar, öğrencilere büyük bir angarya ve yük gibi gelebiliyor. Tabi oradaki görevlilerin muamelesi de çok önemli. Onlar da öğrencileri çok ciddiye almayabiliyorlar. Arada bir çekişme, çatışma, çıkışma… Halbuki bir aile ortamı içinde öğrencilerin bu pratikleri öğrenmesi ve resmen hazmetmesi, gelecekleri açısından da çok önemlidir. Çünkü staj yerleri küçük bir laboratuvar gibidir. Her öğrencinin büyük düşünmesini istiyorum. Ziraat ile ilgili okullarından mezun olan öğrencilerin en az 500-1000 dekarlık sahaları kontrol edebilecek kapasitede olmalarını, üretim aşamalarını hem çiftçilerden hem de oradaki görevlilerden daha iyi bilmeleri gerektiğine inanıyorum.

 

Organik tarımda çözülmesini istediğiniz sorunlar var mıdır?

Organik tarımda en önemli sorunların başında tohum temini geliyor. Şu anda Türkiye organik tarıma çok hazırlıklı değil. Yönetmelik gereği kullanmamız gereken tohumları bulamıyoruz. Kendi ürettiğimiz tohumlarda yeterli olmuyor. Piyasada 1’e 20, 1’e 30 ürün veren mahsuller varken benim ürünlerim 1’e 5, 1’e 10 ile verimlilik yönünden onlarla rekabet edemiyor. Bu yüzden araştırma kuruluşlarının organik tarım üreticilerine daha fazla organik üretim materyalleri üretmesini istiyorum. Biz bu tohumları temin etmede çok büyük sıkıntı çekiyoruz. Geleneksel tohumlar zaten elimizde çok az var ayrıca bunları üretmek için de çok büyük gayret sarf ediyoruz.

Diğer bir sorun olarak organik gübrelerin kullanımı konusunda yönetmelikte çok sıkıntılı durumlar söz konusudur Çünkü GDO’lu ürünlerin yem hammaddesi olarak ithaline izin verildiği için kimin kullanıp kimin kullanmadığı konusunda bilgi sahibi değiliz. Yem fabrikaları bunları alıyor ve istedikleri gibi çiftçilere satıyor. Hangi çiftçinin GDO’lu ürünlerle üretilmiş yem hammaddesi kullanmış olup olmadığını bilmiyoruz. İster küçükbaş olsun, ister kanatlı olsun, ister büyükbaş olsun bu hayvanların beslenmelerinde eğer GDO’lu yemler kullanılmışsa ki bugün çok miktarda kullanılıyor, bu hayvanların gübrelerini organik tarımda kullanmak uygun değildir. Bu yemlerin takibinin iyi yapılamaması, hayvansal gübrenin organik tarımda kullanımını kısıtlıyor.

Diğer yandan doğal kaynaklara zarar veriliyor düşüncesiyle hümik asit, fülvik asit ve leonarditin kullanılması yasaklandı. Kime yasaklandı, tabi ki organik tarıma yasaklandı. Bu tarım şeklinin genel tarım içindeki payı oldukça küçüktür (% 1). Konvansiyonel tarıma yasaklanmayan bu doğal bir ürünler organik tarıma neden yasaklanıyor anlamış değilim. Gösterilen sebep çok basit: doğal kaynakların zarar görmemesi. Konvansiyonel tarımda bu doğal kaynaklar, en az 50-60 kat daha fazla tükeniyor. O zaman bu yasakların esasen konvansiyonel tarımda yasak olması gerekir diye düşünüyorum.

 

Daha önce konvansiyonel üretim yapan biri olarak organik üretimle konvansiyonel üretim arasındaki önemli farklılıklar nelerdir?

Öncelikli olarak çok ciddi verim farkı vardır. Örneğin organik domates üretiminde sentetik tarım ilaçlarını kullanmadığımız için kültürel önlemlere daha fazla önem veriyoruz. Sıra üzeri ve sıra arası bitki dikimini mümkün olduğu kadar seyrek tutuyoruz. Yani 1 dekara düşen bitki sayısı konvansiyonel üründe çok fazla, bizde ise çok azdır. Bitki sayısını az tutmak suretiyle güneş ışığından daha fazla istifade ediyoruz, bitkilerin arasından daha fazla rüzgar geçmesini temin ederek bitkilerin hastalanmasını önlüyoruz. Ancak alandaki bitki sayısı az olduğu için daha az ürün almak durumundayız. Örneğin konvansiyonel üretimde 33 cm olan sıra üzerini organik üretimde 66 cm’ye çıkartıyoruz. Sıra arası ise konvansiyonel üretimde 100 cm olmasına karşın organik üretimde biz bunu 150 cm’ye çıkartıyoruz. Dolayısıyla konvansiyonelde bitki sayısı fazla ve daha fazla ürün kaldırılıyor. Bunun yanında konvansiyonel tarımda fenni gübre, sentetik kimyasal ilaç ve hormon kullanımı var. Hormon çiçeklenmeyi arttırdığı için ister istemez ürün fazla oluyor. Bu durumda çevre ve insan sağlığı riske ediliyor ama konvansiyonel tarımda verim organik tarıma göre çok daha fazla olabiliyor. Verimlilik dışında bu iki tarım şekli arasında birçok farklar bulunmaktadır. Bu farkları; doğal kaynakların kirlenmesi, biyoçeşitliliğin korunması ve insan sağlığının önemsenmesi başlıkları altında toplayabiliriz. Organik tarım verimlilikte olduğunun aksine tüm bu başlıklarda konvansiyonel tarıma göre tartışılmaz olarak avantajlıdır.

Röportaj: Emel TUĞRUL

 

Ara